zamanın içinde, kıvrıla kıvrıla ilerleyen balık.
Ekim sularında ihtimamlı kulaçlar, sınıfa yeni gelen 'utangaç' öğrenci olmak ve ağustos böceği olmaktan karıncalığa doğru evrilen hayat temposunun verdiği o tatlı / tuhaf tatmin halleri üzerine.
Başlarken, daha evvel kitap çevirileri yaparken sıkça dinlediğim, şimdi ise ofiste kulaklıkları takıp içine balıklama atladığım şu çalma listesi belki benim gibi başka ‘sözlü müzikle çalışamayan’ların da hoşuna gider.
Heyecanlı ve yenilik dolu günler birbirini izliyor. Kimi alışkanlıklarım baki kalır, ancak zaman çizelgesinde yerleri değişip dönüşürken bir yandan da yeni bir düzen, neredeyse ışık hızında, gelip hayatımı bambaşka bir kalıba sokuverdi. 10 senedir kendi tabirimle ‘kendi mağaramda’ yüzüm duvara dönük, bir başıma bir masa başında oturup çalışır, bazı günler kendi sesimi de geçtim başka birinin sesini duymam bile akşam üstü saatlerine denk gelirken, şimdi bir açık ofiste 9-6, ekranım ofisteki hemen herkese dönük, yüzüm de başka br iş arkadaşıma bakacak şekilde, yarı gün ışığı - yarı spot ışıkları altında bir kültür sanat merkezinde çalışmaya geçiş yaptım.
Kendimi pazartesi günü gerçekten yabani ve gergin hissettim. Öyle olmadığımı söylesem de, Salı günü her anlamda daha etkili çalışabildiğimi görüp, etrafımla da ilişkilenmeye başladığımda nasıl daha güleryüzlü ve kendim olabildiğimi görünce bir evvelki gün daha içine kapanık olduğumu anladım. Çocukluğumdan bu yana yeni bir ortama girdiğimde ‘soğuk / kendini beğenmiş / gergin’ ya da sıkça ‘utangaç’ olarak yaftalandığım için aslında bu benim için yeni bir farkındalık değil. Yeni olan tarafı, bu hali üstümde artık günler, haftalar hatta aylar boyunca tutmuyor, sıcak basar basmaz üzerimden çıkarıp atıverdiğim bir ceket gibi kolaylıkla sıyırabiliyorum.




Pazar günü Bodrum’umuzda Yarı Maraton koşusu vardı. Ben de iki gün evvelinde gidip yarış kit’imi almış, o gün son hazırlık koşumu yapmış ve Cumartesi’yi sosyalleşmeye ve gezip tozarak geçirmeye ayırmıştım. Annemle kek & kahve buluşması yaptık, bol bol sohbet ettik. Sevdiğim bir arkadaşımı gördüm, uzun uzun yürüdüm. Pazar sabahı erkenden kalktım, motoru marinaya bırakıp 10K’nın başlangıç noktasına yürüdüm ve ilk 15 dakikası “Bu çileyi neden çekiyorum,” öf pöfleri ile, devamı ise keyifle geçti. Çok da zorlamadım kendimi, ayak bileklerim zaten hâlâ hassas alçıdan çıktıkları vakitten beri çok güçlenmiş olsa da, sızladıkları vakitler oluyor. O yüzden ‘yumuşak yumuşak’ koştum Mindos Kapısı’ndan, Antik Tiyatro’dan, Bodrum Kalesi manzarasına karşı, arada başka koşucularla konuşarak, canlı müzik noktalarında ufak ufak danslar ederek. Güzeldi. Koşu sonrası evde simitli simitli mis gibi kahvaltı üstüne akşam üstü de bu ‘finisher’ kurabiyelerini pişirdim. Ardından da dinlence.
Yeni bir romana başladım. Kaliane Bradley’nin The Ministry of Time’ını Minoa Pera’da gezinip kitap karıştırırken seçmiş ve sonbaharda tadını çıkara çıkara okurum demiştim. İşte, Ekim’in ilk haftasına kısmetmiş. Hafta içi artık sabah 6’da kalkıp, sabah sayfaları & günün ilk kahvesi & yürüyüş kutsal üçlüsünün ardından sabahın sükuneti içinde okuyorum. Son birkaç gündür Prime’daki Mr. & Mrs. Smith’e takıldım, akşam yemeğinden sonra sallanan koltuğuma yerleşip onu seyrediyorum. Akşam uykudan önceye de bir ufak kitap okuma penceresi kondurmak istiyorum, aksi takdirde kitap okuma / tamamlama hızım gözle görülür biçimde düşecek ve benim okumak istediğim çoook kitap var. Zaten işyerimde muhteşem bir kitapçı var, tüm maaşımı feda edebileceğim seçkisiyle beni müthiş cezbediyor. Bakar mısınız şu fotoğraflara?




Bir de tasarım dükkanı var, onu da başka zaman öveyim.
Dün akşamüstü motorla ofisten eve gelip, üst baş değişip bir kafa sıfırlama yürüyüşüne çıktım evin yakınındaki büyük parkta. Bu ara gün batımları, doğumlarından daha güzel oluyor buralarda; şeftali gibi kızarıyor güneş veda ederken bir süreliğine ama ardında nasıl alacalı renkler bırakıyor, “Gidiyorum ama, şu güzelliğime bir bakın, ardımdan gelen şu kıvılcımlara, kıvrımlara, yanar dönerli renklerime hayran kalmaya devam edin,” diye diye yapıyor görkemli çıkışını. Eller telefonlara gidiyor, kollar havaya kaldırılıyor ama çekilen hiçbir fotoğraf o güzelliği gözle takip ederken alınan hazzı aktarmaya yetmiyor.
Neyse, gün batımında yürürken bir şeye sıfırdan başlamanın verdiği o potansiyel dolu, heyecandan iç gıcıklatan “Ne / kim istersem olabilirim,” hissini çok derinden fark ettim. Sınıfa yeni gelen öğrenciyim ve evet, bazı iş arkadaşlarımı tanıyor, biliyorum ama kastettiğim şey yeni bir persona yarat ve onu insanlara sat gibi bir şey değil. İşim dilediğim gibi yaratıcı olabilmeme, özgürce kalemimi kullanabilmeme ve ben yaptıklarımı nasıl şekillendirmek istersem oralara yol alabilecek olmama olanak sağlıyor. Bu özgürlüğü idrak etmek hoşuma gitti. Bir kariyer değişikliği / zıplaması yapmak istiyordum ve bana bu şans verildi. Benim de bunun bilincinde olmam ve neler yapabileceğimi kendime hatırlatmam önemli.
Ayrılık sonrası gelen bazı hissizleşme anları, onu izleyen yoğun duygular, sonra yine üstümü örten yas hali, bulutların ardından bir süreliğine yüzünü gösterip ardından saklanıveren güneş, güneşim, sakinliğim sessizliğim, hiç konuşmadan, konuşamadan, konuşsam da ne anlatacağımı ve kime anlatacağımı bilemeden geçirdiğim, takvimin Ekim sayfaları, bir bir yırtıp attığımız. İçinde bulunduğum takvim yaprağında yazanlara ve önümüzdeki günlerin getireceklerine yüzümü çevirmekten daha şefkatli bir tavır bilmiyorum; geçmişi eşeleyip durmaktansa, arada gelen flashback’leri deneyimleyip, yeniden, güvenle bugüne kıvrıla kıvrıla gelip yerleşmeyi seçiyorum. Şimdi yazarken fark ediyorum kendime gösterdiğim bu ihtimamlı tavrı. İhtimam kelimesini seviyorum. Velhasıl kelam kelimesini de.
Velhasıl kelam, ben işe girdiğim, işleyebildiğim, yeniden ofis hayatına katıldığım, yeni bir şeyler üretebildiğim, sahip olduğum bilgi ve becerilerin yanına yenilerini ekleyebileceğim için mutlu ve minnettarım. Bunu istiyordum bir süredir ve gerçekleştiği için içimde bir huzur var. Günlerin getireceklerine dair duyduğum merak da beni her akşam yatmaya hazırlanırken sabah sayfalarımı yazdığım defterin ilk boş sayfasını açık tutup yanına kalemimi iliştirecek, sabah içeceğim ilk kahveyi düşünerek heyecanlanacak, parkta ya da sahilde yapacağım o 3-4 kilometrelik yürüyüşte dinlemek istediğim müzik ya da podcast bölümleri için araştırma yapacak ve şimdi, giyinip kuşanmayı çok sevdiğim için, “Ofise giderken ne giyeceğim?” sorusunu sorarak hem çok severek giydiğim kıyafet, ayakkabı ve çantaları gözden geçirtecek, hem de epeydir giyilmeyenlere göz atıp içlerinden seçim yapacak motivasyon ve yaşam sevincini aşılıyor.
Fena gitmiyorum sanki bu aralar, hayat denen oyunda. Umarım siz de böyle dönemlerinizi fark edip kendi yanağınızdan bir aferin sana makası alıyorsunuzdur.
Sevgilerimle,
Dilcun
Yeni iş hayatın sana çok güzel gelsin Dilcun, hatta gelmeye başlamış bile sanırım.
Yeni işin , eski biri ile yeni ayrılığın, sevdiğin ritüellerinle kendi güzel ekosistemin ⭐️
Okumayı en çok sevdiklerimdensin 🌿
bazı konularda kesişmelerimizi görüyorum, 38 yaşıma evlendiğim adamla karşılaşana kadar yaşadıklarım, kendi başıma evde freelance 7 sene çalışıp , iş hayatına dönmelerim, ilk gün hissettiklerim , tamamen değil tabi ama biraz biraz benziyor bazen, benim kendi kişisel ilişkilerimin açmazı güven problemiydi , babam kaynaklıydı ve ben de babam’a benden özür dilemeni istiyorum dedim zorlandı ama diledi sonra sanki herşey değişti , benim derdim oydu, jodorowski phsyco magic kitabında bahsettiği teknikler benzeriydi. Ben de işe yaradı , sanırım
Böyle, sabah sabah içimi döktüm sanırım :)
Güzel bir gün olsun size de