ayrılıktan sonraki 48 saat.
bir yandan haftayı sükunetle kulaçlarken, diğer yandan his yumaklarıyla jönglörlük denemeleri.
Başlarken tık tık.
Aklımda ‘pazar postası’nı çıkmak vardı ama biraz daha bekleyip, bu hafta sonu ne yaşanacaksa yaşansın, biraz olan biteni, hislerimi sindirip, damıttıktan sonra geçerim masa başına dedim. Sabah rutinlerini tamamladıktan sonra ikinci kupa kahvemle ve şık şıkırdım giyinip kuşanıp oturdum sohbete (aka yazmaya).
İstanbul’dan döndüğümden beri beni kah yetersiz hissettiren, kah öfkelendiren, içimden kavgalara tutuşturan, ağlatan, çaresiz hissettirirken eşzamanlı olarak gayet basit bir çıkış yolunu da neon ışıklar altında görebildiğim, yine de derli toplu ilerleyerek, salim kafayla, yakıp yıkmadan ve vereceğim karardan yüzde yüz emin olmak istediğim bir süreç içindeydim. “Ex’ten next olmaz,” sözünü çürüteceğimizi düşünerek başlamıştım yeniden bir şeylere, ama bir ilişkinin en az iki kişiden oluştuğunu, söz konusu olanda ise tek başıma bir şeyleri oldurmaya çalışırken bunun ne denli anlamsız, donuk, biçare bir çaba olduğunu iliklerime dek hissetmeye başladım.
Bana göre özbakım bedenim olduğu kadar psikolojime, sinir sistemime de özen göstermeyi içeriyor. Ve maalesef, geçmişte ne denli güzel anlar yaşamış olsak da, o kişinin kötü niyetli olmadığını bilsem de, duygusal olarak bana yakın durmayan birinin ilgi ve alakasını talep etmeye son vermek ve ondan uzak durmaya karar vermek bir yandan çok cesaret isteyen bir şey, öte yandan da çok rahatlatıcı. Çünkü üzüleceğini, öfkeleneceğini, yalnız hissedeceğini vs. vs. biliyorsun ama güya iki kişilik bir aşk ilişkisinde tek başına bırakıldığını fark etmekten ve hiçbir şey yokmuş gibi bu derbederliği devam ettirmekten daha üzücü bir yanı olduğunu düşünmüyorum.
İlişkimize bir şans daha vermeye karar verdiğimiz sırada elbette yine uzak mesafe olacağını biliyorduk; bunun böyle devam etmemesi için plan program yapmamız gerektiğini de. Ama ben İstanbul - Bodrum arası iş ilanları arasında karmakarışık kalmışken, geleceğim(iz) ne olacak diye fikir almak isterken bile, “Keyfine bak,” cevabını alıyorsam, defalarca ilgi, özen, dil seçimi, vakit yaratmak üzerine beklentilerimi açık ifade etmeme rağmen hiçbir değişim göremiyorsam, o ilişkide kalmamın bir anlamı olmadığını anlarım. Sevgisiz, özensiz, eylemsiz hiçbir ilişkide kalmayı seçmediğim gibi. Etraflıca düşündüm, bir sürü şey okudum / dinledim, kendi kendime kalıp kalbimde de zihnimde de bitirmeye ve yola yalnız devam etmeye, zaten hayatında beni istemiyor gibi davranan birini kendi hayatında bırakıp, sadece benimkiyle ilgilenmeye karar verdim.
Böyle okuyunca çok duygusuz mu geliyor kulağa? Emin olun hem öyleyim, hem değilim. Yalnız bırakılmış hissediyorum, “Elimden şöyle sıkı sıkı tutmadı,” diyorum, bir zamanlar gözü gözümde, eli elimde olan, geceler boyu bana sımsıkı sarılarak yatan adam için. İlişkilerde çabasızlık, ilişkiyi bitiren şeylerden biri; samimiyetsiz, plansız, iletişimsiz, bir şeyi ‘elde ettikten’ sonra hiçbir şey için çaba göstermemek o ilişkilerin topuğuna sıkmaktan farksız. Ve o yılgın, kör topal ilerleyen, pejmürde ilişkilere tahammülüm yok benim. O yüzden, “No reason to stay is a good reason to go.”
Vamos!
Eski eşimden ve pek çok eski ilişkimden o kadar medeni şekilde, yıkıp dökmeden, karşılıklı şiddetsiz iletişim halinde ayrıldım ki, karşı tarafın kalbi kırık olsa bile anlayış ile yaklaştı çünkü kelimelerimi özenle seçtim, yazdım bozdum yeniden yazdım, sert hamleler ile kırmamaya çalıştım elimden geldiğince. Ama bu defa gördüm ki ben ne kadar göğsümde yumuşatırsam yumuşatayım cümlelerimi, herkes bakış açısı ve görmek istedikleri kadarıyla yorumluyor onları. Nafile, dedim, nafile çaba benimkisi. Yüz kere de yazsan aynı cümleleri, anlamayacak. Ve böylelikle, ayrılıktan sonra 48 saate giriş yaptım.
Cumartesi günü, hayatımda ilk defa ardıl çeviri yaptım. Burada, çiçeği burnunda ve pek güzel kültür sanat merkezimizde gerçekleşen, İngiliz sanatçı Abigail Reynolds ile çalışkan, üretken arkadaşım Cemre’nin küratörlüğünü yaptığı ve o gün söyleşi moderasyonunu yapacağı Kayıp Kütüphaneler sergisinin söyleşisinde çeviri yapmak çok eğlenceliydi. Etkinlik epey kalabalıktı, beklenenin üstünde bir katılım vardı ve önce altyazı çevirisini de benim yaptığım film gösterildi, ardından söyleşiye geçildi. 2 saatin sonunda beynim çorbaya dönmüş ama her anlamda çıkardığımız işten mutlu ve gururlu bir halde insanlarla vedalaştım ve ailemle ufak, tatlı bir akşam yemeği yedik.
Pazar biraz daha vurdu. Yas sürecinin beş evresinden ilk üçünü hali hazırda geçtiğimiz 2 haftada yaşadığım için sanırım, ben doğruda depresyon evresine atladım. Zaten bir süredir kimseyle görüşüp muhabbet edesim gelmiyordu, sabah kahvesine beni bu konularda hiç konuşmasam da rahat hissettirecek bir arkadaşıma gittim ve onun ardından da tüm gün kabuğuma çekilip, baş ağrısı, keyifsizlik, umutsuzluk, o şu bu, ne istiyorsa buyursun gelsin dedim ve akşama dek onlarla oturdum. Sonra uzun bir yürüyüş, sıcak bir duş ve kitap okuyup uykuya dalma duaları. Zor bir gündü, bir miktar hırpalandım ama dediğim gibi, başka türlü hırpalanmalardan daha çok amaca hizmet eden bir süreç bu. Bastırdığımız duyguların esiri olmayalım sonra, değil mi?
Ve işte şimdi yeni bir haftanın kapısından içeri süzülmüşken, sanki ikinci bahar denemesine hiç başlamamışız, geçtiğimiz aylar birlikte değilmişiz, yaşananlar, söylenenler uyandığım gibi unuttuğum bir rüyaymış gibi geliyor. Şaşırdım bunu fark ettiğimde ama demek ki o kadar yalnız hissediyormuşum ki zaten, hal ve gidişatta çok daha büyük bir değişim olmamış. Yine Bodrum’dayım, yine yalnız uyuyup uyanıyorum, bir tek gün sonunda güç bela yaptığımız 2 dakika 20 saniye filan süren manasız telefon konuşmaları yok. O da bende pek bir iz bırakmamış anlaşılan.
Güneş yerinde, her şey yolunda. Benim içim de dışım da ferah buralarda.
Güzel bir hafta diliyorum, gönlümüzce sevip sevildiğimiz.
D.
p.s. Fotoğrafların hepsi onun gözünden.
Çok anladım, çok hissettim. Ex/next iddiasını ben de çürütemedim, kendime güveniyordum ama güven karşılıklı ya, olmadı. Sohbet için teşekkür ederim.
"No reason to stay is a good reason to go." Kararın da bunu ifade edişin de çok içten, çok cesur. Kalbinin rehberliğini takip eden Dilcun daima aydınlık, ferah yollarda sevgiyle yürüsün. Her şey gönlünce olsun.